Yıl 1998… Üniversite son sınıfta, okulun son dönemindeydim.
Okul bitiyordu ve hala hayatta ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hala
kilolarımla savaş veriyordum. Hayatta hiçbir şey kilom kadar önem taşımıyordu.
Ah keşke bir zayıflayabilseydim!
Zihnim “Finans okudum, acaba finans alanında mı bir şeyler
yapsam, Yoksa başka bir alan üzerine yüksek lisans mı yapsam? Ama ondan önce
gidip kendimi bir merkeze kapatıp kilo mu versem?” sorularıyla meşgulken,
birden çok fena üşüttüm. Sanırım zihinsel yorgunluk benim hasta olmama sebep
oldu.
Okulun hastanesine gittiğimde, oradaki hemşire 80 kiloluk
Didem’e “Neden kilo vermiyorsun?” diye sormaz mı! Sanki biz de keyfimizden
şişko şişko etrafta dolanıyorduk. “Çok istiyorum ama bir türlü veremiyorum”
dedim. Bunun üzerine hemşire “Neden okulun ücretsiz beslenme uzmanından
faydalanmıyorsun?” diye sordu.
Eh, İstanbul’da yazları denemediğim diyetisyen kalmamıştı,
bunu da denesem ne olur diye düşündüm. Hemen randevu aldım ve gittim.
Oradaki beslenme uzmanı iki saate yakın benimle konuştu.
Hayatımı, geçmişimi, yemekle olan bağımı iyice sorguladı. O kadar ilgilendi ki
benimle, inanamadım. Hemen eve gittiğimde o sırada beni ziyaret etmekte olan
anneme ve iki ablama kadını anlattım. Süheyla Abla’m “Didem beslenme okusan ne
iyi olur, değil mi?” dedi. Bir soru, evet bir soru hayatımın tüm döngüsünü
değiştirdi. Kendi kendime, “Evet, beslenme okursam o zaman zayıf olabilirim”
diye düşündüm. Ve okulda gittiğim beslenme uzmanı kadar iyi olmak istedim.
Beslenme uzmanına ikinci görüşmeden sonra gitmemeye karar
verdim. Neden mi? Yapamadım. Anlaşılan hala kafamda bir şeyleri bitirememiştim.
İstemedim gitmek. Ama kadın beni defalarca aradı ve telesekretere mesaj
bıraktı: “Didem, hiç önemli değil, kilo vermediysen, hatta aldıysan bile gel,
ben sana yardım etmek istiyorum.”
Kadının bu davranışı beni o kadar etkiledi ki… “İnşallah
ileride ben de onun gibi olurum” diye düşündüm. Düşündüm ama yine de tekrar
görüşmeye gitmedim.
Okulun son döneminde “beslenmeye giriş” dersine yazıldım.
Derste öğrendiğim her şey aklımda kalsın istiyordum. Yavaş yavaş öğrendiklerimi
uygulamaya da koyuldum. Sabahları bir dilim kepekli ekmeğin üstüne ya nutella
ya da doğal fıstık ezmesi sürüyordum. O gün canımın ne çektiğine bağlıydı.
Öğlenleri sandviç yiyordum. Akşamları da o sıralarda çok zayıf olan erkek
arkadaşımla canımız ne çekerse onu yemeye gidiyorduk.
Hayatımda ilk defa üç öğün düzenli yemeye başlayıp abur
cuburu kestim. O sene fark etmeden ama çok içtenlikle söylüyorum, fark etmeden
28 kilo verdim. Hem de hiç tartıya çıkmadan.
Kilom bir sene boyunca gayet iyi gidiyordu. Ta ki tekrar
tartıya çıkıp 52 kilo olduğumu görene kadar… Tartıda 52 kiloyu görünce içimde
birden 49 kilo olma isteği uyandı. Ama nasıl bir istek anlatamam size. Ve ben
49 olmak isterken tekrar 70’li rakamlara kadar yükseldim. Birden “Rejim yapmam
gerek, az yemem gerek” komutu beynime gidince içimde kendimi önleyemediğim bir
açlık duygusu uyandı.
Bir senedir düşünmediğim, aklıma bile gelmeyen abur cubur,
çikolata türü tatlılar gözümün önünde uçuşmaya başladı. Tekrar çikolata
krizlerim başladı. Çikolata yedikçe daha çok yemek istedim. Yedikçe yedim,
yedikçe yedim. Yedikçe moralim bozuldu, kilo aldım. Kilo aldıkça daha da
moralim bozuldu ve daha çok yedim. Daha çok yedikçe kendimden daha çok nefret
ettim ve kendimi uyumaya verdim. İnanılmaz bir kısır döngünün içine girdim.
Bu dönemde kendim için yapmış olduğum en güzel şey New
York’ta klinik beslenme okurken pilates derslerine yazılmam oldu. 24 saat
öncesinden dersimi iptal etmezsem dersim yanıyordu. Onun için kendimi fil gibi
de hissetsem kalkıp dersime gidiyordum. Eh o kadar para vermiştik ya...
Esasında ne ilginç bir psikolojidir... Zamanında bir sürü
spor salonuna üye olup gitmemiştim ve tüm bir seneyi yakmıştım. Ama orada
mantık şöyleydi: Bugün gitmesem de yarın gidebilirim. Esasında bugün için de
param yanıyordu ama bakış açım öyle değildi. Ama pilates dersine gitmediğimde
dersim yanıp param cebimden bir anda gitmiş gibi oluyordu. Başta ödemiş olduğum
para motivasyon olurken zamanla o kadar çok sevdim ki derslerimi ve hocamı,
haftada üç derse gitmeye başladım.
Eğer bugün 150 kilo olarak etrafta dolanmıyorsam bunun en
büyük etkenlerinden birisi pilates derslerime aksatmadan gitmiş olmamdır.
Esasında pilates beni zayıflatmadı ama spor yapıyor olmak bana iyi
hissettirdiğinden en azından tekrar 80 kilolara kadar kendimi koyvermemi
engelledi.
Kilo maceram o kadar uzun soluklu bir yolculuk ki bu
yazdığım sadece ufacık bir parçası… İnşallah başka yazılarımda farklı anılarımı
paylaşmak dileğiyle...
Her şey sizin elinizde… Yeter ki ulaşmak istediğiniz hedefe
gönül koyun.
Alıntıdır.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder